24 Haziran 2013 Pazartesi

Fetva ve Diyanet

İnsanları, bilerek ve isteyerek yalan yanlış bilgilerle zehirleyen, ibadet etmeyi sadece namaza indirgeyerek kendi tekellerindeki camilere hapseden, insanın düşünmesi, sorgulaması ve gelişmesi önünde engeller oluşturarak inancın hayatın tüm alanına yayılmasını engelleyen, “Alo fetva hattı” kurarak, insanların bilimsel yollara başvurmasını istemeyen Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (DİB) acilen lağvedilmesi gerekmektedir.

Hepimiz şunu iyi biliyoruz ki Osmanlı’dan bugüne kadar insanların başına gelenlerin birçoğu, verilen bu fetvalar yüzünden geldi. Osmanlı’da padişahların günün şartlarına göre, bazen Gayrimüslimlerin, bazen de Aleviler’in katli hakkında fetva yazdırdıklarını (örnek; Ebu Suud) biliyoruz. Osmanlı’dan bugüne bu durum hiç değişmedi, tüm iktidarlar bu fetva kurumunu kendi çıkarları doğrultusunda kullandılar. Diyanetin gerçeği yansıtmayan fetvaları, gerçekten inananların bile dinden soğumasına sebep oldu. Bilinmelidir ki, hiç kimsenin ve hiçbir kurumun kendini Peygamber ilan ederek fetva verme kudreti yoktur. Hele hele duruma, kişiye ve çıkarlara hizmet eden fetvaların ciddiye alınması mümkün bile değildir.

Şimdi gelelim bugüne, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün 2003 yılında, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne hazırlattığı Biber gazının yapısı ve yan etkileri raporunda; biber gazının özellikle uzun süre solunduğunda öldürücü etkisi olduğu bilgisi yer alırken, Diyanet İşleri Başkanlığı insanlarla alay edercesine, bugün yani 24 Haziran 2013 tarihinde Hükümetin emri ile tüm bilimsel raporları yok sayarak verdiği fetvayla (!), biber gazının sağlık açısından bir sakıncası olmadığını, dinen caiz olduğunu söylüyor. Güler misin, ağlar mısın? Demokrasi ile idare edildiği söylenen ve Laik bir Cumhuriyet olduğu iddia edilen Türkiye Cumhuriyeti’nde Diyanet İşleri Başkanlığı diye bir kurum olabilir mi? Bilimin bu kadar ilerlediği bir çağda fetvalara başvurmak ne kadar doğrudur? Türkiye Cumhuriyeti şeriatla mı idare ediliyor?

Fetvalarla nasıl bir din sömürüsü yapıldığını bugün daha net anlıyoruz. Şimdi bunu sorgulamalı ve bir sonuca varmalıyız. Hepimizi Yaradan yüce kudret bize akıl ve vicdanın yanısıra, okumak için göz, dinlemek için kulak en önemlisi de doğruyu yanlıştan ayırmak için izan vermiştir. Öyle ise kafamızın içinde küçük yer kaplayan ama çok işe yarayan beynimizi doğruya ulaşmak için biraz çalıştırmamız bu sorulara cevap vermeye yetecektir. Beyin tek başına kalırsa doğru yöne gidemeyebilir o nedenle yürek sesimizi yani vicdanımızı da devreye sokarsak, bizlere kimsenin fetva veremeyeceğini zaten öğrenmiş olacağız. Bugüne kadar verilen fetvalara hiç sesini çıkarmadan, sorgulamadan inananların da bu konuyu bir kez daha düşünmesini tavsiye ediyoruz.

Demokrasi ile idare edildiği söylenen Türkiye Cumhuriyeti’nde, hangi parti, hangi iktidar bugüne kadar bu kuruma itiraz etti? Okuma yazması olmayan cahil halk maalesef yüzyıllardır camilerde, Kuran kurslarında, Kuran’ı tersten okuyan bu yanlı ve maaşlı hocaların ağzına baktı ve söylenen her yanlışa inanarak hareket etti. Okuyanlar ise Diyanet’in veya Din simsarlarının yazıp yayınladığı yanlı, yanlış bilgilerle donatılmış kitapları okuyarak bugünlere gelindi. Aslında olması gereken her bilginin, bilimi esas alması veya bilimle desteklenmesidir. Hacı Bektaşi Veli der ki; “Bilimle gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.”

Diyanet İşleri Başkanlığı Neden Kaldırılmalı?

- Devletin dini olamaz, devlet her vatandaşının inancına eşit mesafede olmak zorundadır.

- Demokratik hiçbir ülkede tek bir mezhep üzerine dizayn edilmiş, kurgulanmış bir devlet kurumu yoktur.

- İnananların neye, nasıl inanacağına hiçbir kurum karar veremez.

- Kendi inancından (Sünni - Hanifilik) başka diğer tüm inançları yok sayan ancak onlardan da vergisini alarak çalışan devlet kurumu olamaz.

- Kendisini ilgilendiren ya da ilgilendirmeyen her konu hakkında, uydurma hadislere dayanarak ileri geri, mesnetsiz açıklamalar yaparak halkı “siz ve biz” diye bölen ve bunun gibi onlarca gerekçe sayabileceğimiz böylesi ucube bir kurumun artık hiçbir güvenilirliği kalmamıştır hatta varlığı da tüm insanlığın zararınadır.

Bu nedenledir ki; bugünden tezi yok gerçek demokrasi isteyen tüm kişi, kurum ve kuruluşların, sivil toplum örgütlerinin, bir araya gelerek Diyanet İşleri Başkanlığı’nın lağvedilmesi için imza kampanyası başlatması gerekmektedir.

24 Haziran 2013

Alevi Nefesi

3 yorum:

  1. Hasan’la Hüseyin'i Kim Öldürdü?

    Fıkra bu ya; iki Sünni vatandaş -belki de hayatlarında bir değişiklik olsun diye- Alevi olmaya karar vermişler. Ne yapalım ne edelim derken bir Alevi Dedesi bulup düşüncelerini söylemişler. Alevi Dedesi sevinmiş tabi ki de. “Tamam” demiş, “Alın şu kitapları bir güzel okuyun. Sonra da tekrar bana gelin. Sizi imtihan edeceğim. Eğer imtihanı geçerseniz Alevi olursunuz,” diye de tembihlemiş.

    İki vatandaş uzunca bir süre kendilerine verilen kitapları okumuşlar. Sonra da Alevi Dedesi’nin yanına gitmişler. Önce birisi girmiş içeri, diğeri kapıda bekliyormuş. Dede, “Hazır mısın?” diye sormuş vatandaşa. Vatandaş da “Hazırım” demiş. Dede yekten sormuş soruyu: “Söyle bakalım, Hasan ile Hüseyin’i kim öldürdü?”

    Sünni vatandaş bir sağa dönmüş bir sola dönmüş, söyleyecek bir şey bulamamış. Evet, okuduğu kitaplarda buna benzer bir takım bilgiler yazıyormuş lakin direk olarak ‘şu öldürdü bu öldürdü’ diye bir şey söyleyememiş. Ikına sıkına, “Vallahi de billahi de kim öldürdü bilmiyorum Dedem” demiş.

    Dede kızmış tabi ki bu duruma, küplere binmiş. “Sen nasıl bilmezsin, Hasan ile Hüseyin’i kimin öldürdüğünü bilmeyen birisi nasıl Alevi olur” diyerekten başlamış adamı kovalamaya. Adam kaçarken dışarıda bekleyen arkadaşına da seslenmeye çalışıyormuş. “Aman”, diyormuş, “Bunlardan iki kişiyi öldürmüşler suçu bizim üstümüze yıkmaya çalışıyorlar. Sakın ola ki kabul etmeyesin.”

    Dikkat ederseniz şu günlerde AKP hükümeti, başı sıkıştığından mıdır nedir, açılım adına geçmişte yarım bıraktığı ne varsa ona sarılmaya çalışıyor. Bir ara kendi Kürt’ünü kendi yaratıp Kürt açılımını onlarla yürütmeye çalışmıştı. Aynı oyunu Aleviler için de düşünmüş, kendi Alevi’sini kendi yaratmaya çalışıp, AKP sıralarından bir Alevi milletvekili seçtirmiş, sonra da Muharrem ayında lüks otellerde çoğunluğu Alevi olmayan insanlarla birlikte aşure günü düzenlemişti. Oysa tüm bunların Alevilerin gerçek talepleriyle hiçbir ilgisi yoktu.

    Sen, seçim meydanlarında kendi seçmenine hitaben yaptığın konuşmalarda, bir partinin genel başkanı için “Biliyorsunuz kendisi Alevidir” diyerek Alevileri yuhalatacaksın;

    Sen, Alevilerin “Cemevi ibadet yeri olsun” teklifine “İslam’da ibadet yeri camidir. Cemevleri kültürel mekânlardır” diyeceksin;

    Sen, Sivas Katliamı Davası’nda verilen zaman aşımı kararı için “Milletimiz için, ülkemiz için hayırlı olsun” diyeceksin;

    Sen, Alevilerin “Madımak oteli utanç müzesi olsun” taleplerini tıpkı kendinden önceki iktidarlar gibi es geçeceksin;

    Sen, Alevilerin hemen tamamının katil diye kabul ettiği bir Osmanlı Padişahının ismini İstanbul’da yapılacak 3’üncü köprünün ismine koyacaksın;

    Senin Belediye Başkanın, Alevilerin Cemevi için arsa tahsis talebine “Ankara sınırları içinde Cemevi için yerimiz yok” diyecek;

    Senin mahkemelerin Alevilerin kutsal saydıkları alanların yıkılması için kararlar verecek, Dersim’de bulunan Gola Çetu Parkı yıkılmak istenecek;

    Senin Cumhurbaşkanın, sanki Alevilerin talepleri üç beş köprüye ya da üniversiteye Alevi önderlerinin isimlerinin verilmesiymiş gibi “Türkiye’de gerçekleştirilecek büyük bir Projeye de Hacı Bektaş-ı Veli veya Pir Sultan Abdal isimleri verilebilinir” diyecek;

    Sonra da sen tüm bunlar yaşanmamış gibi aşureden, muharrem ayından, Alevi dedelerine maaş bağlanmasından falan bahsedeceksin. Oysa hepiniz biliyorsunuz ki çözüm aşamasında Alevilerin parayla pulla hiçbir zaman işi olmamıştır.

    Dikkat edin daha, “Madem Alevi açılımından bahsediyorsunuz, kardeşlikten, dostluktan, birlikte yaşamaktan bahsediyorsunuz öyleyse ‘Hasanla Hüseyin’i kim öldürdü?’” diye sormuyoruz bile. Kan ve gözyaşı akıtmak faşist devlet anlayışının içine o kadar işlemiş ki ve Hasanla Hüseyinlerin kanı geçmişten günümüze o kadar çok akıtıldı ve akıtılmaya da devam ediyor ki, sırası geldi, hemen soralım şimdi: Madem tüm insanları kucaklamak istiyorsunuz, söyleyin bakalım o zaman Abdullah Cömert’le Ethem Sarısülük’ü kim öldürdü?

    Veli Bayrak

    YanıtlaSil
  2. Aleviler İnsanlığa Ne Veriyor

    Alevilere ve Aleviliğe karşı ön yargılı, saygısız bazı kişiler zaman zaman Alevilere yönelik olarak “Aleviliğin sonradan uydurulmuş bir inanç olduğu ve Aleviliğin insanlık için bir anlam taşımadığı” iddiasında bulunup “Aleviler ve Alevilik insanlığa ne veriyor” sorusunu soruyorlar.

    Bizlerde bu yazıyla biraz bu soruya, yani Aleviler insanlığa ne veriyor sorusuna cevap vermeye çalışacağız.

    Soruyu tersinden sorsak... Örneğin Aleviler insanlığa ne vermiyor diye sorsak..

    Aleviler insanlığa din adına kan, göz yaşı vermiyorlar.

    Din adına insan öldürüp, fetih yapmıyorlar, misyonerlik yapmıyorlar.

    Din adına savaş çıkartıp insanları yokluğa, sefalete uğratmıyorlar, yıkımlara sebebiyet vermiyorlar.

    Din adına, inanç adına haksızlık yapmıyorlar. Herkesin inancı kendisine göre doğru ve kutsal inançtır diye yaşıyorlar.

    Dini ve inancı iktidar aracı, sömürü aracı yapmıyorlar.

    Aleviler insanlığa ne veriyor sorusunu soranlar, Alevilerin insanlığa din adına olumsuzluk, haksızlık olarak bir şey vermediği/yapmadığı için mi kınıyorlar?

    Onlara göre din iktidar ve yayılmacı politikaların, haksızlık ve sömürülerin aracı ve Alevilikte böyle bir inanç olmadığı için mi Alevileri küçümsüyorlar?

    Din ve inanç demek insanın huzuru ve mutluluğu, barışı ve refahı, dayanışması ve paylaşması demek değil midir? Özü böyle olan, yani insanın hayatını anlamlandırması gereken dinin araçsallaştırılıp özünden kopartılıp politik ve başka emellerin aracı haline getirilmesi insanlığın çıkarına mıdır? Ve böyle hale gelmiş olan inançların insanlığa olumlu anlamda bir şey verdiğini iddia edip bu inançları savunmak mümkün müdür?

    Değildir elbette.

    - Devamı var.

    YanıtlaSil
  3. İşte biz Aleviler insanlığa inancın; yaşamı, dünyayı, evreni, insanı/kendisini anlamada, yaşamı doğru bir şekilde yaşamada, anlam ve mutluluk dolu olarak, barış ve kardeşlik atmosferinde yaşamada bir araç olduğunun telkinini yapıp ona göre yaşıyoruz. İnancı bir sömürü aracı, başka toplumlar üzerinde baskı aracı, savaş ve şiddet aracı olarak görmüyoruz.

    Bilinen Alevi tarihinin hiç bir döneminde bizler dini farklı diye insanları katletmedik. Aleviliği kullanıp iktidarı hedeflemedik. Aleviliği diğerleri gibi maske yapıp sömürücülük yapmadık.

    Dünyanın farklı diyarlarına gidip misyonerlikte bulunmadık.

    Başka inançtan kimseleri zor ve baskı yoluyla kendimize benzetmeye çalışmadık ve benzemek istemeyenleri de öldürmedik.

    Biz Aleviler daima insanlığı barışa, kardeşliğe, paylaşıma, dayanışmaya, birlikteliğe davet ettik.

    Farklı dinlerin, inançların, ırkların, renklerin, dillerin, etnik kimliklerin ayrıştırıcı ve olumsuzluk değil, aksine birleştirici olduğunu telkin ettik.

    Farklılıkları zenginlik olarak gördük.

    İnsanlığa barışı, huzuru, paylaşımı, farklılıklara karşı hoşgörüyü telkin etmek, yaşamın böyle güzel olduğunu belirtmek, korku ve baskı yerine anlayış ve sevgiyi esas almalarını kural haline getirmek... Bütün bunlar insanlığa verilmiş önemli değerler ve doğrular değil midir?

    Belki insanlığa vermiş olduğumuz değer ve doğrularımızı çok az kişi biliyor, sahipleniyor, uyguluyor. Belki insanlığın çoğu din ve inancı savaş, ganimet, politik iktidar, sömürü ve hegomonik ihtiraslarının bir aracı olarak görüyor ve bizlerin inançsal ilke haline getirmiş olduğumuz değer ve doğrularımız pek makbul kabul edilmiyor. Bütün bunlara karşın bizler yinede vicdanen hem Hakkın hem halkın huzurunda rahatız. İnsanlığa din ve inanç adına kan, gözyaşı, dram, felaket, açlık, yıkım vermedik. Bunlara inancımızı vesile, maske etmedik.

    Tekrar altını çizelim ki bizler insanlığa kardeşlik, barış, huzur, hakkaniyet üzeri bir yaşamın en güzel yaşam olduğu ilkesini telkin ettik ve bunu pratikte uyguladık.

    Kimseyi din adına öldürmedik, katletmedik.

    Kimseye inancı farklıdır diye ayrımcı, ötekileştirici muamele yapmadık.

    İnancımızı maske yapıp ganimet savaşlarında bulunmadık.

    Dünyayı dinimizi yaygınlaştırmak adına harabeye çevirmedik.

    Irkçılık ve milliyetçiliği ret ve mahkum ederek farklılıkların zenginlik olduğunu dile getirip uyguladık.

    İnsanı esas alıp dini, dili, rengi ne olursa olsun saygın kabul ettik.

    Bütün bunlar insanlığa verilmiş olan önemli ve kutsal değerlerdir. İnsanlığın geneli bu değer ve doğruları kabul etmese dahi eninde sonunda tüm insanlık tarafından kabul görecek olan bu anlayıştır.

    Çoğunluk tarafından kabul görmese de biz Aleviler insanlığa din ve inancın özünü verdik.

    Remzi Kaptan

    YanıtlaSil

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.