İnsanlık tarihi boyunca yaşanan tüm savaşlar, soykırımlar, hep üstün olmak (din, ırk) adına ve karşısındakini yok etmek için yapıldı. Her millet kendi tarihini yazdığında, bu kavgaları yapan ihtiraslı zalimlerini kahramanlaştırırken, zulme başkaldıran kahramanları da okuyucularını yanıltarak, hep asi ve düşman olarak tanıttı.
Kazananların yandaşları, her zaman kendilerinin haklı olduğuna inandırıldıkları için kahramanlık destanları yazdılar. Kaybedenlerin çoğu ise gözyaşlarıyla tarihe gömülüp yok olup gittiler. Ancak gözden kaçırılan nokta ise, liderler savaşa karar verirken, faturayı canıyla ödeyenlerin hep masum halklar olmasıydı. Herhangi bir sebeple, asırlardır hırslar uğruna dinler, ırklar, kültürler yakıldı, yıkıldı, yok edildi de ne oldu? İnsanlık mı kazandı?
Şimdi geçmişi süzgeçten geçirince görüyoruz ki; cevap koca bir hayır, bugün yine başladığımız noktadayız. Asırlardır bu kısır döngü sürüyor ve anlamsız ihtiraslarla hala kurban vermeye devam ediyoruz. Neticede sırf kazanmak adına (ne kazanılacaksa), yapılan tüm savaşların kaybedeni ise hep insanlık oluyor. Bu yüzdendir ki her gün biraz daha eksiliyor, biraz daha yok oluyoruz. Derin uykulardan uyanmak için birinin gelmesini bekliyorsanız boşa bekliyorsunuz. Çünkü sizi uyandıracak olan o güç dışarıda değil kendi içinizde, akıl ve vicdanınızda saklıdır, asıl mesele içinizdeki adil ruhu ortaya çıkarmaktır. Aksi taktirde bu anlamsız savaşlar, kıyımlar devam edecek, bu da insanlığın sonunu getirecek ve hepimiz bu yangında kül olup savrulacağız.
Hiç kimse dünyanın merkezi, hiçbir ırk ve inanç da dünyanın üstün ırkı veya inancı değildir. Bundan dolayı hiç kimse, kendinden farklı olana baskı uygulama, asimile etme, yok sayma ve karalama hakkına da sahip değildir. Doğadaki her şey birbirine bağlanmış zincirin halkaları gibidir. Olması gereken gökkuşağı içinde barınan tüm renkler gibi, her dil, din, ırk ve kültürün hak ettiği saygıyı görme ve görsel güzelliğini sergileme hakkıdır. Olayları doğru analiz etmek için sadece var oluş sebebimizi keşfetme hevesini bünyemizde barındırmamız yeterli. İnsan olmanın erdemine erdiğimizde her türlü ayrımcılığın anlamsızlığını, çağdışılığını da göreceğiz. O gün, bizler gibi olmayanlar hakkında neler düşünmüş ve ne kadar haksızlık yapmışız diyerek kendimizden utanacağız.
Yaşadığımız coğrafyada ya da dünyanın herhangi bir yerinde en ufak haksızlık varsa, bu haksızlığa karşı çıkmak en insani davranış ve güzelliktir, güzellik ise bulaşıcıdır. Birlik ve beraberlik içinde, bilinçli yapılan her eylem mutlaka meyvelerini verecektir. Birileri uğradıkları haksızlığın mücadelesini verirken, bizler de en azından neden, niçin diye sorgulamalıyız. Çevremizde olup biten olaylara karşı duyarsız kalmayarak, haksızlığa susan birer dilsiz şeytan olmayalım. Anlamak, öğrenmek ve çözümün bir parçası olmak için çaba sarf edelim. Herkesin acısını önce kendi yüreğimizde sarıp, aldığımız her nefesin hakkını asilce verelim ki, aynı haksızlığa uğradığımız gün tek başımıza kalmayalım.
Hakaret içeren söylemler
Yarınları tutuşturan kibrittir.
İşe önce dilimizi düzgün kullanmakla başlayacağız. Söylemek ile “söylemek” arasındaki farkı fark edeceğiz. Bağırarak ve hakaret ederek değil, alim edasıyla kelimelerimizi tartarak konuşmayı ilke haline getireceğiz. Hakaret içeren söylemler, hiçbir ateşi söndürmeye hizmet etmez. Etmesi bir yana zaten yaşam için pek de sağlıklı olmayan ortamı alevlendirir, ateşi daha da körükler. Dolayısıyla karşılıklı hakaret ve aşağılamalar, bir kör dövüşü şeklinde devam eder gider. Sanırım bunu da aklıselim hiç kimse istemez. Bu bilinç ve sorumlulukla ve önyargısızca, objektif olarak dünyaya ve olaylara bakarsak problemin birçoğunu çözmemiz daha da kolaylaşır.
İnancımıza, kültürümüze yapılan her türlü kanunsuzluğu ve haksızlığı eleştirebilir, bunları her yerde dile getirebiliriz. Ancak kendi hakkımızı ararken ve savunurken, diğer inanç ve kültürlerin hakkını da göz ardı etmemeliyiz. Kendimize ne kadar saygı bekliyorsak karşımızdakine de o saygıyı göstermeliyiz. Çünkü hepimiz aynıyız ve birbirimizi yansıtırız. Bir dağa sus diye bağırırsak “sus” diye cevap gelir. Yine o dağa merhaba diye seslenirsek “merhaba” diye cevap alırız. Unutmayalım ki, her insanın inancı ve kültürü kendince en doğrusu ve en değerlisidir. Bu bağlamda etnik ya da dini kimliğimizden olmayıp, gadre uğramış mağdurların hak ve hukukunu savunan insanları da incitmemek için tüm hassasiyetlere değer verip, hareketlerimize ve seçtiğimiz sözcüklere dikkat etmeliyiz.
Alevi Nefesi
Kazananların yandaşları, her zaman kendilerinin haklı olduğuna inandırıldıkları için kahramanlık destanları yazdılar. Kaybedenlerin çoğu ise gözyaşlarıyla tarihe gömülüp yok olup gittiler. Ancak gözden kaçırılan nokta ise, liderler savaşa karar verirken, faturayı canıyla ödeyenlerin hep masum halklar olmasıydı. Herhangi bir sebeple, asırlardır hırslar uğruna dinler, ırklar, kültürler yakıldı, yıkıldı, yok edildi de ne oldu? İnsanlık mı kazandı?
Şimdi geçmişi süzgeçten geçirince görüyoruz ki; cevap koca bir hayır, bugün yine başladığımız noktadayız. Asırlardır bu kısır döngü sürüyor ve anlamsız ihtiraslarla hala kurban vermeye devam ediyoruz. Neticede sırf kazanmak adına (ne kazanılacaksa), yapılan tüm savaşların kaybedeni ise hep insanlık oluyor. Bu yüzdendir ki her gün biraz daha eksiliyor, biraz daha yok oluyoruz. Derin uykulardan uyanmak için birinin gelmesini bekliyorsanız boşa bekliyorsunuz. Çünkü sizi uyandıracak olan o güç dışarıda değil kendi içinizde, akıl ve vicdanınızda saklıdır, asıl mesele içinizdeki adil ruhu ortaya çıkarmaktır. Aksi taktirde bu anlamsız savaşlar, kıyımlar devam edecek, bu da insanlığın sonunu getirecek ve hepimiz bu yangında kül olup savrulacağız.
Hiç kimse dünyanın merkezi, hiçbir ırk ve inanç da dünyanın üstün ırkı veya inancı değildir. Bundan dolayı hiç kimse, kendinden farklı olana baskı uygulama, asimile etme, yok sayma ve karalama hakkına da sahip değildir. Doğadaki her şey birbirine bağlanmış zincirin halkaları gibidir. Olması gereken gökkuşağı içinde barınan tüm renkler gibi, her dil, din, ırk ve kültürün hak ettiği saygıyı görme ve görsel güzelliğini sergileme hakkıdır. Olayları doğru analiz etmek için sadece var oluş sebebimizi keşfetme hevesini bünyemizde barındırmamız yeterli. İnsan olmanın erdemine erdiğimizde her türlü ayrımcılığın anlamsızlığını, çağdışılığını da göreceğiz. O gün, bizler gibi olmayanlar hakkında neler düşünmüş ve ne kadar haksızlık yapmışız diyerek kendimizden utanacağız.
Yaşadığımız coğrafyada ya da dünyanın herhangi bir yerinde en ufak haksızlık varsa, bu haksızlığa karşı çıkmak en insani davranış ve güzelliktir, güzellik ise bulaşıcıdır. Birlik ve beraberlik içinde, bilinçli yapılan her eylem mutlaka meyvelerini verecektir. Birileri uğradıkları haksızlığın mücadelesini verirken, bizler de en azından neden, niçin diye sorgulamalıyız. Çevremizde olup biten olaylara karşı duyarsız kalmayarak, haksızlığa susan birer dilsiz şeytan olmayalım. Anlamak, öğrenmek ve çözümün bir parçası olmak için çaba sarf edelim. Herkesin acısını önce kendi yüreğimizde sarıp, aldığımız her nefesin hakkını asilce verelim ki, aynı haksızlığa uğradığımız gün tek başımıza kalmayalım.
Hakaret içeren söylemler
Yarınları tutuşturan kibrittir.
İşe önce dilimizi düzgün kullanmakla başlayacağız. Söylemek ile “söylemek” arasındaki farkı fark edeceğiz. Bağırarak ve hakaret ederek değil, alim edasıyla kelimelerimizi tartarak konuşmayı ilke haline getireceğiz. Hakaret içeren söylemler, hiçbir ateşi söndürmeye hizmet etmez. Etmesi bir yana zaten yaşam için pek de sağlıklı olmayan ortamı alevlendirir, ateşi daha da körükler. Dolayısıyla karşılıklı hakaret ve aşağılamalar, bir kör dövüşü şeklinde devam eder gider. Sanırım bunu da aklıselim hiç kimse istemez. Bu bilinç ve sorumlulukla ve önyargısızca, objektif olarak dünyaya ve olaylara bakarsak problemin birçoğunu çözmemiz daha da kolaylaşır.
İnancımıza, kültürümüze yapılan her türlü kanunsuzluğu ve haksızlığı eleştirebilir, bunları her yerde dile getirebiliriz. Ancak kendi hakkımızı ararken ve savunurken, diğer inanç ve kültürlerin hakkını da göz ardı etmemeliyiz. Kendimize ne kadar saygı bekliyorsak karşımızdakine de o saygıyı göstermeliyiz. Çünkü hepimiz aynıyız ve birbirimizi yansıtırız. Bir dağa sus diye bağırırsak “sus” diye cevap gelir. Yine o dağa merhaba diye seslenirsek “merhaba” diye cevap alırız. Unutmayalım ki, her insanın inancı ve kültürü kendince en doğrusu ve en değerlisidir. Bu bağlamda etnik ya da dini kimliğimizden olmayıp, gadre uğramış mağdurların hak ve hukukunu savunan insanları da incitmemek için tüm hassasiyetlere değer verip, hareketlerimize ve seçtiğimiz sözcüklere dikkat etmeliyiz.
Alevi Nefesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.